Blogger tarafından desteklenmektedir.

Onüç Günün Mektupları - Cemal Süreya

Geçirdiği rahatsızlık sonucu hastanede yatmakta olan sevgili eşi Zuhal Tekkanat'a  moral vermek amacıyla yazdığı mektuplardan oluşan bir kitaptır "Onüç Günün Mektupları". Mektupların yanında içinde çok güzel şiirler de barındırır. "Sevmek ne uzun kelime" der şair satır aralarının birinde...





12 Temmuz 1972

Zuhal'im, hayat! Hayatımsın. Bunu bilmeni isterim. En önce bunu bilmeni. Bir de şeyi bilmeni isterim: benden yanlış yere, yok yere kuşkulanıyorsun. Sana hiçbir zaman hayınlık etmedim ben. Edemem. Kaç yıldır evliyiz, yan yanayız. Hala başım dönüyor senlen, esrikim senlen, seviyorum seni. Her geçen gün daha büyük bir aşkla. N'olur, akkavakkızı, anla beni. Bu sevgimi hor görme. Kendininkine uydur, yakıştır. Bu satırları ilk evimizin altındaki kahvede yazıyorum. Ve ben seni o ilk günlerdekinden daha büyük bir tutkuyla seviyorum. Biz iki ayrı ırmak gibi ayrı yerlerden kopup geldik, kavuştuk bir noktada, yanı başımızdan küçük bir kol da alarak büyük bir nehir meydana getirdik; birlikte akıyoruz şimdi. Nicedir bu böyle. Hep de böyle olacak. Denize dökülene, ölene dek. Bizim için tek koşul mutluluk olabilir. Hiçbir şey bozamaz birliğimizi. "Üçüz, gözüz biz". Sen de öyle düşünmüyor musun? Ne tuhaf, son bir iki ayda seni, benden biraz uzaklaştın, araya mesafeler, tedirginlikler sokuyorsun diye düşünürken, o sırada sen de aynı şeyleri düşünüyormuşsun. Bunlar aşkın halleri, aşkın zaman zaman kişinin önüne çıkardığı ezinçler, üzünçler herhalde. Bunu böyle yorumlamak gerekir. Bir de seviyorum seni: Tek dalımsın. Memo'yla birlikte, ama ondan da öncesin. Bunu böylece bilesin. Bilinmelidir bu.* Kahvenin önünden otomobiller geçiyor. Bir tane de at arabası. Seni düşününce o atı da seviyorum. Çay içiyorum. Artık ıhlamur içeceğim. Ne yumuşak, çağrışımlı, bağışçı, düşçül şeydir ıhlamur. Evimizin önünde bir ıhlamur ağacı olsun. Sen saksıda da yetiştirebilirsin ıhlamuru. Gece yatakta Memo'yla hep seni konuştuk. Susunca seni sustuk. Uyuyunca seni uyuduk.* Akşamları eve döneyim, kapıyı sen aç: gözlerin... Memo okuldan dönmüş olsun. Kaçıncı sınıfta olsun?* Duygulu bir adamım ben. Bir film görmüştüm eskilerde; bir Fransız filmi; adı: "Je suis un sentimental" O filmdeki adam gibi miyim nedir? Öfkem belli olur, coşkum ortaya çıkar da sevincim, üzüncüm dibe akar, orda büyür.* Yalnız seninle güçlüyüm. Sen olmasan bir anlamım olmaz. Sev beni.* Yaşayacağız.* Her şeyimi sana borçluyum. Sana rasladığım sıralar yıkıntılıydım. Sen onardın beni. Tuttun elimden kaldırdın. Ben de ekmek gibi öptüm alnıma koydum seni, kutsadım.* Aşk büyüdü, aşk!* Sen hastanedeyken her gün yazacağım sana. Seni nice sevdiğimi anlatacağım.* Yüzüğünden öperim.* Bundan sonra her şey daha güzel, daha iyi olacak, inan buna. Güçlü olacağız her zamankinden. Efendice, dürüst, vakur, yaşayacağız bu dünyada şimdiye kadarki gibi. Kimin malında gözümüz olmuş, kimin karısına, kızına göz değdirmişiz. Kime kıl kadar kötülüğümüz olmuş.* Anılar: şu ağaçlıkların ardındaki binada evlendik. Sen şuradan bir otobüse binip Hendek'e gittiydin, Nihal'le falan. Kemal Tahir'lere gitmiştik, Ülkü Tamer'ler ve Buyrukçu'yla düğün eylemiştik. Avşa'ya giderken kedi için kaygılanmıştık; Çavuş; Çavuş I; sonra tuhaf bir şekilde Memo'yu andıran bir kedi geldiydi eve. Neydi adı onun? Çavuş I duvara, hayır perdeye siğdiydi. Çavuş II ise öyle şeyler yapmadı. İyi insanlardık. Ay sonlarında cebimize para kalmıyordu. Sana mavi, ak çizgili bir süveter aldıydık. Sen bana lacivert bir pantolon diktiydin. Kıyamıyorum şimdi onu giymeye, eskimesinden korkuyorum. O zamanlar bu et tanzim yeri yoktu. Seviyorum seni. Hava güneşli. Sen hastanedesin şimdi. Biliyorum, benim gelmemi bekliyorsun. Memo okula gitmek istemiyor artık. Senin yokluğun nasıl dokunuyor ona.Okula gidişi senin yokluğunla birleştiriyor olmalı. Bense eski kahvemde oturmaktayım, cebimde iki paket sigara. Karşıda Haydarpaşa garı, gri bir ev ödevi gibi. Adamlar geçiyor, yüzsüz, gözsüz, gülüşsüz adamlar.* Böyle şeyler söyleme bana. N'olur böyle şeyler söyleme bana. Şöyle şeyler: "Ankara'ya gelince seni rahatsız etmeyiz..."; "Ameliyatta bir yanım eksik kalırsa senden ayrılırım..."; n'olur, söyleme böyle şeyler. Ben sözler karşısında renk vermem, ama içime atarım onları. N'olur, zulmetme bana. Biz sadece birleşmiş değil, aynı zamanda kaynaşmış, hal- hamur olmuş üç olmuş, göz olmuş kimseleriz. Sen ve ben yok. Sen-ben var. Bil bunu. Aslında bilirsin de bunu. N'olur! Ha?..* Evet, anılar. Nice serüven geçirdik, ne dostluklar eskittik,bir biz ikimiz kaldık ayakta. Aynı sapta tüveyçlerini birbirine dönmüş iki çiçek gibiyiz; bir de tomurcuğumuz var.* "Dolanırım Paris'imin sokaklarını Orda ölmeye cesaretim yok" (Apolinaire)* Dinle ak bakışlı bir çeşme söylüyor Kaç yıldır akarım bilmem pazar yerini* O çeşme gibiyim ben de. Sen de o çeşme gibisin.* Seviyorum seni.* Güvercinler rıhtımı eleştiriyor.* Zuhal'im, Elif'im, kolum kanadım.* Yiyeceksin, değil mi, verilen bütün yemekleri?* Ay hiç kin tutmuyor.* Bana her yönden güveniyorsun, değil mi?* Anam benim. Yavrum.* Bilmediğimiz kır kahvelerine gidelim. Ayran içelim. Eve dönüp azıcık rakı içelim, beyaz peynir ve domatesle. Evin ev olduğunu, evin şu bir günlük sensizliğinde anladım. Memo da anladı. Anladık ki dünyada en büyük acı sensizlik. N'olur, sensiz koma bizi.* Bir günler Kars'taydım. Kudura kudura akıyordu Delice çayı. Aklımda hiçbir şey yoktu. Çünkü o sıralar sana raslamamıştım daha. Sonra sen çıktın geldin. Ortalığı güzelledin. Beni ben ettin. Memo'yu var kıldın. Sen de bizimle var oldun, unutma bunu.* Sözcükler değişiyor. Anılar sözcüklerini değiştirmiyor.* Gelecek, anılardan da güzel olacak. Gün daha iyi kotarılacak. Deneylerden ders alınacak. Çiçekler büyüyecek. Piliçler palazlanacak.* Yarın gene yazarım.* Seviyorum seni: biline. 

Cemal Süreya 

12 Temmuz 1972

Akşam senden ayrıldıkten sonra dolmuşla Şişli'ye geldim. Ordan Taksim dolmuşuna bindim. Ordan otobüsle Dolmabahçe'den geçerek sizin dairenin önünde durdum. Nihal'e uğradım. Sami Bey ordaydı. Beş dakika oturdum. Sonra dolmuşla Karaköy. Ordan vapur. Memo geldi. Hemen seni sordu. Annemi artık özmeyeceğim dedi. Gerçekten bu çocukta büyüklere özgü bir yan var. Her şeyi biliyor, her şeyin farkında. Sabahleyin erken kalktı, ona mavi çizgili bluzuyla lacivert pantalonunu giydirdim.* Sen ordasın. Ve ben burda hayatımızı düşüyorum. Giderken cebime o 100 lirayı gizlice koymanı hiç unutamam. Beykoz'a ilk gittiğimiz gün kazan ve kovalarla su taşıdığımızı, hortumla su taşıdığımızı, asıl onu hiç unutamam. Doğukapısı otobüsüne yetişmek ne güzel oluyordu. Kısacası, çok güzel günler de yaşadık bu arada. Kimsenin tadamayacağı bazı mutlulukları da tattık, sanırsam. Sonunda gelip kentin iyice magazinleştiği bir semte yerleştik yeniden. Şimdiyse Başkente yolcuyuz.* Anlamalısın beni, birtakım büyük şeylerin peşindeyim. Bazı iddialarım var, onları gerçekleştirmek istiyorum. Bunun dışında çok şeye niyetim de, vaktim de olmuyor. Bu konuda işte, asıl bu konuda anlamalısın beni. Hiçbir yönden kuşkulanmamalısın benden. Ben ki sana senin şahdamarından daha yakınım, nasıl kuşkulanırsın benden? Destekle beni (zaten hep desteklemişsindir) bak neler yapıyoruz. Nerelerden ne sular akıtıyoruz.* Sabah. Saat 7.15. Radyoda bizim türküler.* Saat 7.30. Memo gitti. Bu sabahki kahvaltısı oldukça parlak: 2 köfte, 1.5 yumurta, 5 adet üzüm. Öğretmen sana selam söyledi, ne zaman ameliyat olacağını sordu. "Perşembeye" dedim.* "Saadet bir çimendir bastığın yerde biter." (O.Rıfat)* İşi bırakmalısın Zuhal. Senin için şart bu. Bak o zaman hayatın nasıl daha rahat, daha güzel olacak. Sabahları 9'a kadar uyursun. Çocuğu daha iyi yetiştirebilirsin. Daha önemlisi:

ELİF.

Elif diye bir kızımız olsun.Romantik bir filmin gösterildiği bir sinema dönüşü olsun o da. Ya da bir bale dönüşü. Bunu istiyorum ben. Mali durumumuz her şeyi elverir şimdi. O yönlerden hiç bir kaygın olmasın. Elif.* Sen ne güzel bir Elif doğurursun. Başına kurdeleler bağlarsın.* Evet, Elif.* Şiir yazacaksın. Öyküler,anılar...ve Başkent'in en çekinilen resim eleştirmeni olacaksın. Ol!* Ve bir gün Türk Dil Kurumu gibi birleşmemizin 40. yıldönümünü kutlayacağız. Mutlaka!* Yarın devam ederim. Gözlerinden öperim. Oğlumuz "eşkiya" Memo ellerinden öper.* Kalbim seninle gümbür gümbür.* Güneş yükseliyor.* Hadi!SeninCemal Süreya'n 

14 Temmuz 1972

Düşünüyorum da aşk sözcüğünü de biraz eksik buluyorum şu senlen ben aramızdaki ilişkiye. Daha büyük, daha sağlam bu bizimki. Aşk onun içinde sadece bir kısım galiba. Ötesinde aşkla birlikte, ama yer yer, zaman zaman onu aşan başka duygular, başka esriklikler, başka baş dönmeleri de var bizde. Seni seviyorum, ve senin için her şeyim. Beni seviyorsun, ve benim için her şeysin. Bir insan için şu kısa hayatta bundan daha büyük ne olabilir ki. Acaba Mecnun Leyla'yı elde edip onunla evlenseydi, Ferhat Şirin'e kavuşsaydı, aradan bu kadar yıl geçtikten sonra bizim birbirimize olduğumuz gibi tutkun olabilir miydi? Yangın olabilir miydi? Sen ne dersin buna?* Şimdi Gümrük'teyim. Saat 12,15. Nahit Eruz odasında yok. Yemeğe çıkmıştır belki de. Ben de oturdum, sana bu satırları yazıyorum orda. Karşıda bir turist vapurunun güvertesinde yolcular güneşleniyorlar. Galiba bir de yüzme havuzu var güvertede. Biz de gelecek yıl bir kampa gider bol bol denize gireriz. Memo da denize girecek daha elverişli bir yaşa gelmiş olur o zaman.* Madam, aldığım biberleri güzelce kızarttı. Optalidon ve pil de aldım. Beyaz çizgili giysim de çantamda. İçim titrer senin istediğin bir şeyi yerine getirirken.* İçim titrer.* Piliçleri kestim. Hepsini temizledim. İkisini buzluğa attım. Birini bu akşam bizim hayduda yedireceğim. "Annem nerde?" diye soruyor sık sık. "Annem yerde ?" "Annem hastanede, iyileşip gelecek". Ben gidip bütün iğneleri kırcam"."Aferin, oğlum, Nice'lerde çok uslu durdun, çok beğendim seni". "Çok mu hoşuna gitti?". "Çok hoşuma gitti".* Piliçlerin içlerini de kendim temizledim. Zor olmadı. Yalnız banyodaki pisliği temizlemek gerçekten zor oldu. Ama fay, homo derken, sonunda bu işin de üstesinden geldim. Piliçlerin ikisi fena değil boy posça; biri bir güvercin kadar. Onu Memo yiyecek. Piliçleri temizlerken güzel bir yöntem de buldum.* Sevgilim * Hayat uzun değil sevgilim. Güzel geçirmeliyiz hayatımızı. Elif degelmeli. Elif her şeyiyle sana benzemeli. Yaşlı günlerimizde bize bir kaşık su verir. Memo da ekmek ve tuz geçirir. Senin en çok sevdiğim yanlarından biri de, sokakta yaşlı ve anlamlı bir çift gördüğün zaman duygulanmandır. Ne güzel duygudur o. Ben de öyleyim.* Hayat için şöyle iki dize kalmış aklımda. Yabancı bir şairden : " Hayat kısadır kuzucuklarım Yine de uzundur kuzucuklarım " Severim ben bu iki dizeyi. İsterim, sen de sevesin.* Evet kuzucuğum, yine de uzundur hayat* Senede bir gün. "Senede her gün" diye okursun bu şarkının bir kısmını sen. Sana rasladığım gün susuzdum, yalnızdım Bir çırpıda içtim gözlerini * Özlem, özlem!* "Ben ta senin yanında dahi hasretim sana" (Rabia Hatun) * Bir de şeyini severim: kızınca işe sarılırsın dört elle.* Memo. Ne güzel çocuğumuz var. Elif daha güzel olacak. Sesi de güzel olur mutlaka. Çünkü sen. Sen ne can kadınsındır sen. Kirpiklerinin ucuyla şarkı söylersin. Buram buram tütersin Cemal Süreya'nın yüreğinde. Sen yanımda ol, gam kasavet çeker gider. Türkülenirim. Mutluluk gelir ılım ılım. Sevda sözlerinin bini bir para.* Arpaçay'a gidelim. Munzur dağlarına gidelim. Her yere de gidilmez ki.* Zuhal, arkadaşım!* Bencileyin garip kişi seni seviyor. Ama sen verilen yemekleri yemiyorsun yine. Yersen, "ben sana teşekkür ederim."* Başka nasılsın ?Cemal Süreya 

15 Temmuz 1972

Senin eşsizliğin, bulunmazlığın üstüne ne söylesem eksik kalır. Sadelikten korkmayan bir kadınsın bir kere. O köprünün altında vb. satılan balık-ekmekten alıp yemek istemen beni çok gönendiren şeylerden biri. Sana ondan almak istemiyişimin tek nedeni midenin sağlığını düşündüğümdendir. Bunu kaç kez söyledim sana. Adapazarı'ndaki kızla -neydi adı onun?- çektirdiğin fotoğrafta senin bütün hayat tavrın gizli. En gösterişsiz koşullarda da sen, o koşullardan hiç utanmadan, hiç yüksünmeden, bir ayağını gözüpek bir rahatlıkla ileri atabilirsin.Beni nasıl savunursun sonra. Birisi bana çok şişmanladığımı söylemişti de, hemen saldırıya geçmiş, şişman olmadığımı ileri sürmüştün. Oysa pekala fazla okkalanmıştım o günler. Sen busun işte. Sevdiğini her durumda savunursun, onun kusurlarını görmezsin. Ne sevgilisin sen.* Ama Aragon'un şu dizesi de bir gerçek : "Göğsüne bastırırken kırar sevdiği şeyi"* O da var. Kişi kimi zaman çok sevmenin getirdiği yanlışlıklara da düşüyor. Sevdiği şeyi göğsüne fazlaca bastırırken örseliyor onu. Hoyratlaşıyor bir yerde aşk. Acaba bu gerçekten aşkın kaçınılmaz bir gereği mi ? Kimi zaman öyle belki. Ama, ben, öyle olmamalı diyorum. İnsani çizgiden sapmamalı. Aşkı insani çizgide bütünlemeli. Mutluluk da, sanırsam, o zaman bütünleniyor. Güven, mutluluğun temelidir. Güven aşkın ve her türlü aşkın, yani cesaretin, yani kavganın temelidir. Mevhibe'nin İsmet'ten kuşkulanabileceğini aklın alıyor mu? Bu noktada bir özeleştiri yaparsak, sende güvenin, bende bakımın zaman zaman aksar gibi olduğu sonucuna varabiliriz.* Ne demiş şair : " Aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti".* Aynı şair şöyle bir dize de ekleyebilirdi şiirine : " Aşklar tam güven istiyor güvenemedin gitti".* "İnce vızıltı".* Memo bugün denize gitti. Şapkasıyla. İçsel, kardeşi Gamze Ezel'le akşamdan geldi. Gece bizde kaldılar. Sabah da Memo Emrah'ı alıp kampa gittiler. Memo, bensiz gitmek istemedi. "Babam gelmezse denize gitmiyorum" dedi. Sonra ben kendisini ikna ettim. "Denize girmemek" ve "başını sabunlamamaları" şartile razı oldu gitmeğe. Akşam getirecekler. Yarın sabah da onu Perihan'lara götüreceğim.* Seviyorum seni.* Se-vi-yo-rum.* Sen?* Şimdi gidip sana bir tavuk alacağım.Seversin sen.* Sıcak su geldi. Banyo yaptım. Akşam saat 8.30'da Ercü geldi. İçsel'ler evde olduğu için Ercü ile çıktık. Kahveye gidip oturduk. Sen uyuyabildinmi? Verilen yemeklerini yedin mi? Tavuğun bir budunu o yanındaki kadına ver, gerisini bir oturuşta yersen çok sevinirim. Werther de Charlotte'nin üst üste verdiği tereyağlı ekmek dilimlerini atıştırmadan edemiyordu. Unutma bunu.* Yaz günleri geldi. Geçen yaz nerdeydik, bu yaz nerdeyiz, gelecek yaz nerde olacağız kimbilir? Anımsayalım o dizeleri yeniden :

"Hayat kısadır kuzucuklarım Yine de uzundur kuzucuklarım."* Şişli'de, Okmeydanı dolmuşlarının kalktığı yerde, salaş bir kahvehanede yazıyorum sana bunları. Cocacola içtim. Sigara içtim. Az sonra sana koşacağım.* Bir çeşmeye koşar gibi koşuyorum sana* Anlasana !

Cemal Süreya 

BEYKOZ, 16 Temmuz 1972

Zuhal'ime Beykoz'dan yazıyorum bugün de. Saat 14.30. Sıtkı'nın orda, en uçta oturuyorum. Memo'yu seven o küçük ve efendi çocuk bu yıl da garsonluk yapıyor tatil aylarında. Fazıl Hüsnü 15'te ya da 15.30'da gelir, ben de bu arada sana iki satır yazarak bir de Beykoz'dan sesleneyim diyorum. Hava kapalı. Yağmur bile yağabilir. Sahada maç var. Takım bu yıl ikinci kümeye yükseldiği için daha bir kalabalık seyirci kitlesi var. Bununla birlikte Sıtkı'nın kahve karşıki bahçeye göre oldukça tenha. Bir minibüs şarkısı çalıyor plakta: "Aklıma gelmeyen başıma geldi". Çayırda yine salıncaklar vb. Ayrıca büyük çadırlar kurulmuş. "Aslanları görün", "180 metre karların altında balıkçılar tarafından bulunmuş şahane deniz kızını görün!" vb. Ne güzel yer şu Beykoz. Her taraf yemyeşil. (şimdi de o sevdiğimiz çil horoz türküsü çalınıyor). Çiçek tarhları bu yıl daha bir düzenli. Memo olsa şimdi havuzun yanına koşar, yerden topladığı gazoz kapaklarını atardı oraya.* Akşam, senin masalı okudum ona. Artık yemek yiyeceğine dair söz verdi. Sabahleyin sütü alıp kaynattıktan sonra Perihan'a götürdüm onu. Önce biraz çekingenlik gösterdiyse de pek çabuk kaynaştı ablalarıyla. Perihan'ların küçük tartı aygıtında tartıldık. Memo 14 kg geldi. Kilo almıyor bu çocuk! Ben de ilk kez başkalarının yanında tartılmaya cesaret ettim : 82 kg. Demek ki son ayda aşağı yukarı 6 kg vermişim. Bu bana güç verdi. Ekime dek 72'ye düşeceğim.* Ve Ercü kalabalıktan sıyrılarak ortaya çıktı. Geldi. Kahvesini yudumluyor şimdi. Hem konuşuyoruz, hem mektubuma devam ediyorum. Mutluluk. Kişi ancak eksiksiz bir mutluluğu (nasıl yakalamıştık) Beykoz'da tadabilir (saçlarımdan baharı). Bisiklete binen çocuklar geçiyor. Oturulabilecek, iyi, geniş, bahçeli bir evimiz olmalı burda. (Her anını eksiksiz dün gibi hatırlarım). Karşı masalarda gençler -hepsi de işçi olmalı- bira içiyorlar.* Özlem, özlem !* Sen de olacaktın ki şimdi...* Sensiz hiç bir şey olmuyor. Her tasarım, her projem seninle. Bir su akıyorsa, bir bulut geçiyorsa, hep seninle. Seviyorum seni. Perihan o sarı çakmağı verdi. Onunla sigaramı yakıyorum.* Köfteciyle selamlaştık. Bilirsin onun köftelerinin nefasetini.* Bugün İçsel gelecekti sana. Gelmiştir herhal. Onun gelebilmesi ihtimali beni ferahlattı. Senin her gün yoklanman gerek çünkü. Neyse, yarın görüşeceğiz.* Çınarlar, çınarlar.* Pınarlar, pınarlar.* Memo'ya sabah kahvaltısını kuvvetli yedirdim. Yalnız, nedense, makarna yemek yemiyor. Ama o yolladığın böreği bitirdi. Saat 15.30 , Fazıl gelmedi daha. Yoksa gelmeyecek mi? Belki de onun bulunduğu semte yağmur yağıyordur, o yüzden vazgeçmiştir. Ne olursa olsun, ben geldiğim için memnunum. Saat 16.30'a kadar beklerim.* Birer çay daha içelim mi?* Anımsa : Ortaçeşme, Onçeşmeler, Yalıköy, Akbaba, Dereseki, Doğukapısı, Yuşatepesi. Ahmet Hamdi Bey Sokak - 15. Tavuklar, horozlar. Yediveren güller. Ekşi erikler. (Duydum ki şimdi ağlıyormuşsun). * Dün gece bütün Papirüs'leri ortaya döktüm. Sayı sayı ayırdım. Güç oldu, ama temiz bir sonuç çıktı ortaya. Her sayı ayrı bir paket meydana getirecek. Her kümeden birer sayı ayırarak takım yapmak kolay olacak. Ayrıca hangi sayıların az, hangi sayıların fazla olduğu da meydana çıktı. Böylece, hangi sayıdan çok fazla varsa o fazlalığı tasfiye edebileceğiz giderken. Fazla yük olmasın. Her sayıdan en fazla 50-60 tane götüreceğiz. Bazı sayılardan 100'er tane var oysa. Bazı sayılar ise 25-30 çıkıyor. 50'den fazlasını eleyelim en iyisi. Sen ne dersin bu konuda.* Perihan'a o Almanlar yine gelmiş. Bazı hediyeler getirmişler. Bunların arasında ince güzel bir korse ile külot çoraplar var. Çok zarif külot çoraplar. Bunlara senin için talip oldum. Sen bir gör de gerekirse alırız. Ben çok beğendim. Perihan'a olan son borçları da işledim ondaki hesap kağıdına. Borcumuz 4049.25 lira oldu. Trabzon yağını 27 liradan hesapladık. Seneye bir teneke yağ ısmarladım.* Seviyor musun mektuplarımı? Ben seni çok seviyorum.* Saat 16.10 Fazıl gelmedi. Sahadaki maç değişti. Başka takımlar oynuyor şimdi.* Çocukluğumu bu ilçede geçirmişim sanki. Öyle içten bir sevgi var içimde Beykoz'a karşı. Evin oraya gitmeyeceğim. Evin başka sahipleri şimdi.* Sıtkı sahneyi daha güzel düzenlemiş bu yıl. Perdeler de alesta duruyor. Fabrika sinemasında ne oynuyor acaba?* Çocuk arabasına koyar getirirdik buraya Memo'yu. Bir gün Zeyno Elif'i de getirelim olur mu? Tükenmez kalemin mürekkebi bitti. Dolmakalemle devam ediyorum. Bu mürekkebi seviyorum. Senin göz rengini, başka bir açıdan çağrıştıran bir yanı var galiba. Bu mürekkeple de yineleyelim gerçeği: Seviliyorsunuz Madam. Madam, Oklahama'ya gitmek isterim sizinle. Şikago'da kalabalık bir caddede yürümek isterim. Zeyno Elif, nerdesin sen allahaşkına.* Simit ve çay... Olsa da beraber içsek.* Saat 16.40. Fazıl yok. Bundan sonra gelmez. Gelmesin. Gelse mektup daha kısa olurdu. O da işime gelmez. Verilen sözü yerine getirmede bizim kuşak kazandı. Bundan sonra gelmesini de istemem. Ne güzel konuşuyoruz Ercü'yle. Birlikte Kadıköy döneriz. Hem Fazıl gelseydi, ne de olsa, rejimi biraz bozacaktım. Şimdi keyfim daha yerinde. Gelmediği için tabii. Gelen gelir arkadaş, gelmeyen donakalır. Bu böyledir. Ve iyidir.* Daha önemli bir maç oynanacak ki sahayı kireçle çiziyorlar şimdi.O maçın birinci devresini seyrettikten sonra gideriz. Saat da bu arada 17 olmuş. Şimdi sen ne yapıyorsun? Oda arkadaşınla mı konuşuyorsun? Pencereden o "yapıp da sonradan pek beğenmediğin bir manzarayı" hatırlattığını söylediğin kartpostal görünümüne mi bakıyorsun? Banyo yaptın mı dün? Beni düşündün mü?* Evet, yeniden başlangıçtaki ilk ürpermelere döndük yine. Ama aslında o hiç yitmemiştir ki.* Okmeydanı uzaktır kuzucuğum Yine de yakındır kuzucuğum.* Yarın yine devam ederim.* Gözlerinden.Cemal Süreya 

BEYKOZ, 16 Temmuz 1972

Sevgili Zuhal Dün Beykoz'dan yazmıştım sana. Bugün de dünün son haberlerini ayrıca vermek gerekiyor. Dün Beykoz'da Sıtkı'nın kahvesinde saat 17.45'e kadar bekledik. Fazıl Hüsnü gelmedi. Biz de yürüye yürüye Beykoz iskelesinin oraya döndük; niyetimiz artık bir otobüse binip gitmekti. Bir de ne görelim, Ercülerin binanın altındaki lokantada Fazıl Hüsnü oturmuş, pencere önünde içki içmiyor mu? O da bizi farketti. Gittik yanına, meğer o da tam saatinde gelmiş Beykoz'a. Ancak buluşacağımız kahvede anlaşmazlık olmuş. Ben onu Sıtkı'da beklerken, o da beni Dalyan kahvesinde beklemiş. Sonra da benim gelmediğim sanısıyla gidip o lokantaya oturmuş. Neyse, yeni bir şişe rakı açıldı. İçtik. İstanbul'a saat 22'de döndük. Gece Perihan'lara gittim, Memo uyuyordu. Gündüz onu plaja götürmüşler. Sabah erkenden çocuğu alarak Kadıköy'e döndüm. Kahvaltıyı Perihan'da yaptı tabii. Tereyağlı-reçelli ekmeği sevdi. Bir buçuk da yumurta yedi. İki adet te zeytin. Yalnız arabaya binerken yine ağladı. Okula gitmek istemiyor. "Evimde oturucam" diyor da başka şey demiyor. Ne yapacağız ? Çocuk biliçlendikçe ana okulunu daha çok reddediyor. Haklı da elbet. N'olur işten ayrıl.* Altın Bilgi ve Altın Eller posta çeklerini Kadıköy postanesinden havale ettim. Saat 10. Eski evimizin altındaki kahveye geldim. Ordayım şimdi. Hava yine kapalı. Yine seni düşünüyorum. Bakalım yarın ameliyata alacaklar mı ? Alırlarsa çok iyi olacak, kurtulacaksın.* Sana "a" dergisinde yayınlanan şiirimi getiriyorum. Adı: "Onlar için Minibüs Şarkısı". Değişik bir şiir. Düzyazıdan korkmayan, düzyazıdan yararlanan bir şiir. Gerçi bu şiiri biraz biliyorsun. Ama son halini görmedin. Bakalım nasıl bulacaksın.* Dün gece saat sabaha karşı 2'de falan Hasan geldi. Avrupa seferinden bize iki karton Gordon Smart getirmiş yine. Hesap kağıdına 100 lira daha işlenecek.* Bir de Tekelin çok güzel bir votkası çıkmış; Binboğa. Gerçekten çok enfes bir şey, en iyi Rus votkaları ayarında. İçine hiç bir şey koymadan da içilebiliyor. Hani sen derdin ya, "içimser" bir içki. Yalnız fiyatı fazla. Küçük şişe 20 lira. Bir gün karşılıklı içelim, ha?* Şiir, hikaye ve roman... her şey yeniden başladı.* Yine de uzundur kuzucuklarım. * Steinbeck olsa bizi anlatan bir yapıta şu cümleyle başlardı : "Bu Memo'nun, Memo'nun annesinin, Memo'nun babasının ve Memo'nun evinin öyküsüdür".* Memo'ya evi bağışlamayacak mısın ?* Tevfik Akdağ Biraz süt sağ* Yine kavgalanmış Tevfik ile Gülderen. N'olur biz bu bakımdan kimselere benzemeyelim. Bunda senin rolün büyük. Sen ki dişi kuşsun.* Yaşlanıp öyle kolkola yürüyelim mi? Ne güzel yaşlanırsın sen. (Gümüşümü isterim.)* Memo niçin makarna yemiyor mu? Biliyor musun, Tak-Tak makarnaların hepsi benimdir diyormuş.* Müjgan Hanım çıktı apartmandan, yamru yumru yürüdü, gitti.* Pir Sultan söyler: "Yanarım yanarım tütünüm tütmez Çıkarım bakarım bülbülüm ötmez Çalındım çırpındım ellerim yetmez Dibi bir kararsız göllerde kaldım".* Yine Pirimizden: "Gider isen bu il sana yurt olsun Münafıklar aramıza kurt olsun Ben ölürsem yüreğine dert olsun Geçti dost kervanı eğleme beni"* Pir Sultan'a girdim. Bir buçuk ay içinde bu araştırmayı bitirmem gerek. İşin üstesinden gelebilirsem güzel bir çalışma ürünü çıkacak ortaya. Madam Bovary'nin parasıyla televizyon, Pir Sultan'ın parasıyla çamaşır makinesi alacağım sana. İkisinin bedeli ikisini almaya yetecek. Seni yaşatacağım. Dalım, çiçeğim. Günlerimiz daha iyi olacak. çünkü Necati Cumalı'nın dediği gibi, "Yaşar iyi ve güzel olan".* Sıcak su vardı. Sabahleyin yine banyo yaptım.Seni sevmek ne güzel!Kadınım Yarimİpekböceği sesli sevgilim!

Cemal Süreya 

18 Temmuz 1972

Sevgilim, demek yarın ameliyat olacaksın. Bir bakıma da iyi oldu bu. Kurtulacaksın çünkü. Ağrıların bitecek. İnşallah bu son olur. Son olmaması için hiçbir neden yok. Seni çok seviyorum. Dediğin gibi yine yine başlangıca geldik. Başlangıçtaki ilk duyguların katkısızlığına. Bu satırları vapurda yazıyorum. Teknenin sarsıntısından ötürü yazım biraz titrek ve okunaksız oluyor, kusura bakmayacaksın. Her yerde, her zaman yazmak istedim sana.Her koşulda haykırmak istedim aşkımı, sevgimi, sana karşı olan tutkumu. Vapurda da, otobüste de, hatta yürürken de. Anlayasın istedim beni. Güvenesin, ileriye umut bağlayasın istedim. Sana ameliyat öncesi son yemek olarak komposto ve çorba getirmişlerdi. İçtin mi onları ? Söz vermiştin. İyi kızsın sen, eşin bulunmaz. Menendin yok. Bunları ben söylüyorum, anlamalısın. Şimdi saat kaç ? Onu bile bilmiyorum. Tek bildiğim, tek düşündüğüm sensin, senin sağlığın, rahatlığın, mutluluğun. Tek şey budur. Yarın sabah kurtulacaksın ve her geçen gün her şey daha iyiye gidecek. Şimdi vapur Haydarpaşa önlerinde ilk dalgakıranın önlerinde. Kaç kez birlikte geçtik burdan. Ne sözler söyledik. Ne bakışmalar oldu aramızda. Ne çaylar içtik. Ne yalan söyleyim, o zaza kızının yanında oluşu ayrı bir ferahlık veriyor bana. Adı neydi onun ? Saadet mi ? Her neyse, o sana bakar, seninle ilgilenir diyorum. Bir de şunu diyorum: geçmiş günler geleceklerden daha parlak değil. Buna inanmanı istiyorum. Seni evrence seviyorum.* Akşam. Evdeyiz. Memo'ya yemeğini yedirdim. Necati Tosuner geldi. Ona biraz rakı sundum. Ben de biraz içtim. Memo'yu uyuttuktan, Necati de gittikten sonra oturdum soyut için yazdığım yazıyı kolayladım. Yazının başlığı: "Deneme Üstüne". Aklımda hep sen vardın. Geçen seferki ameliyatı anımsadım. Sen ameliyat olurken ben ne yapacağımı bilmiyor, bir yandan da birkaç kuruş elimize geçer diye oturmuş, "Goriot Baba" çevirisine bir iki sayfa eklemeye çalışıyordum. O hastane çıkış gününü hiç unutamıyorum. Derin bir çizgi çekmiş belleğime. Paramız yoktu. Cem yayınevinden 1000 lira alacağımız vardı, ve yayınevi, çok önceden haber vermiş olduğum halde, bu parayı gününde ödememişti, ya da ödeyememişti. Sonuçta o gün seni bir taksiye bile bindirememiştim. Yürüye yürüye Şişli'ye inmiş, ordan Karaköy dolmuşuna, Karaköy'den de vapura binmiştik. Ne güzel günlerdi onlar. Bizim sevdamız böyle günlerden de geçmiştir. Ama biz o günleri de çok severiz, değil mi ? Yaşadığımız günlerdir, birbirimizi tanıdığımız günlerdir. İyi, kötü günler geçirdik. Çoğunca da iyi günler. Öperim o günleri.* Salonda oturuyorum. Ve sık sık yatak odasına giderek Memo'yu yokluyorum. Uyuyor. Rahatsız bir uyku düzeni var bu çocuğun. "Çişin var mı yavrum ?" "Yok." Dönüyor, uykusunu sürdürüyor.

19 Temmuz 1972

Ameliyat günü. Sabah erkenden kalktım. Memo'yu hazırladım. Okula yolladım. Ne tuhaf, en çok bugün ağladı. Sonra ben Soyut için yazdığım yazıyı temize çektim. Çıktım. İskele'de Necati Tosuner'le buluştuk. Yazıyı Soyut'a o götürecek. Vapurla beraber karşıya geçtik. O Cağaloğlu'na gitti. Ben Şişli dolmuşuna bindim. Sana geldim. Yoktun. Oda arkadaşın anlattı, ameliyata biraz geç almışlar seni. Hemşire bir yanlışlık mı yapmış ne. Saat 12'ye kadar odada bekledim. Sigara içtim. Üç aşağı beş yukarı dolaştım. Böyle durumlarda hep kötü şeyler gelir kişinin aklına. Kişi hep kötü ihtimalleri düşünür. Aslında biliyorum da tehlikeli bir ameliyat olmadığını. Ama her zaman böyle bir duygu var insanda. Gidip çekmeceni açıyorum. Ordan bir sigara alıp içiyorum. Yüzüğün, saatin, nezle mendili, bir tabakçık ta zeytin-peynir vb. Her şeyini bırakıp gitmişsin işte. Burun kemiğimde bir sızlama. Nihal'e de haber veremedik. Saat tam 12'de arabalı sedyeyle getiriyorlar seni. Geçen ameliyata göre daha bir kendinde görünüyorsun. Gözlerinde yaşlar. Öpüyorum yüzünden. Kurtuldun diyorum. Kurtulduk. Memo'yu soruyorsun ilk. İkinci cümlen canının çok yandığı üzerine. Üçüncü cümlen de şu: "Yüzüğümü ve saatimi tak!" Saatini takıyorum. Yanlış takmışım düzelttiriyorsun. Yüzüğünü takıyorum. Seni sevdiğimi söylüyorum. Dudaklarında hafif bir kıpırtı, gözlerinde, her şeye, bütün acılara, güçlüklere karşın, bir sevinç gölgesi. Mutlusun. Sağol! Hayat bu, hayatımız bu bizim. Bölüşegeldiğimiz bu hayatı yine bölüşüp sürdüreceğiz.* Yanında kimse olmazsa kendini uykuya daha rahat verebilirsin düşüncesiyle saat 14.15'te yanından ayrıldım. Gidip Doğan Yel'e uğradım. Onunla çıktık. Bir yerde oturup konuştuk. Sonra ben Kadıköy'e, eve geldim. Memo'ya yemeğini yedirdim. Perihan'la Hasan telefon ettiler. Perihan eve gelip çamaşırları, bulaşığı yıkamak istediğini söyledi. Kirli gömleğini, Memo'nun gömleğini, çorapları alıp Perihan'lara gittik. Yarın okula gitmeyecek Memo. Perşembeyi halasında, cuma ve cumartesiyi teyzesinde geçirecek. Pazar da İçsel bakar. Ondan sonra da annen gelir herhalde. Öğretmenine de 10 günlük ücret olarak 150 lira vereceğim yarın. Gerekirse ilerde biz size yine telefon ederiz diyeceğim.* Bu geceyi nasıl geçirdin? Tuvalete gittin mi? Gidebildin mi? Oda arkadaşın bu konuda sana bir yardımı olabildi mi? Bunu çok merak ediyorum. Hep aklımı kurcalıyor. Bu geceyi atlatırsan daha rahat olacaksın. Her geçen gün daha iyiye doğru gideceksin.* Zuhal'im, umudum.* Kendine iyi bak.* Gözlerinden, gözlerinden.


Sabahleyin Memo'ya okula mı gitmek istediğini yoksa halasında mı kalmak istediğini sordum. Cevap: "Beni evime götür". Hayır, yine soruyu yineledim: "Okul mu? Hala mı?" "Hala!" dedi. Onu orda bıraktım, dolmuşa atlayarak 7.30'da evin önüne geldim. Okulun arabası geldi. Öğretmene 150 lira verdim. Memo'nun evde kalacağını söyledim. Gerekince yine arayacağımızı sözlerime ekledim. Böylece Memo, kavgasında galip çıktı.


23 Temmuz, pazar, BEYKOZ
İşte yine Beykoz. Saat 15. Kim derdi ki bir hafta sonra yine buraya, Sıtkı'nın gazinoya (Gazino Sıtkı) geleceğim, aynı masaya oturup sana bir mektup yazacağım. Ama oluyor işte. Biraz sonra Ercü de gelecek. Eve gidip (Hasan Gani'nin evine) dergilerden 12. ve 17. sayı ayıklaması yapacağız. Tabii ayıklanacak dergi kalmışsa. Hava çok güzel. Hafif bir de esinti var. Sizin orası nasıl şimdi? İçsel gitmiştir. Ameliyatın 5. günü bugün. Oysa geçen hafta bu masada Fazıl Hüsnü'yü beklerken ameliyattan henüz bir haber yoktu daha. Hayat bu, zaman olayları geride bırakıyor, örtüyör. Gün gelecek, hastane ve ameliyat da bir anı olacak, Okmeydanı'ndaki koğuş da, tıpki Şişli hastanesindeki koğuş gibi uzaklara kayacak, az görünür bir kimlik kazanacak. Ama Okmeydanı'ndaki yaklaşışımız bize kalacak, bizim olacak, yaşantımızın bundan sonraki evresiyle kaynaşacak.
* Seni doyurmak
* Evet, evet, Beykoz'da oturmalı. İlerde gelip buraya yerleşmeli. Büyük ve her olanağı bulunan bir ev, bahçe, küçük bir araba. Yapıtları burada yazmalı, arabayla Boğaz köprüsünü geçerek yayınevlerine götürmeli. Buna varsın, değil mi? 13 yıl sonra burdayız. Yaşarsak tabii. Memo 16 yaşında olur o zaman, çayırda top koşturur, bisiklete biner. Elif Zeyno -ki 10-12 yaşındadır- senin dizinin dibinden ayrılmaz. Elif'tir o! Çiçekleri o sular. Elif bir su! Elif kibrit versene! Elif aşağı Elif yukarı. Bende böyledir. Anılarla düşler iç içe gelişir. Birbirinden ayrılmaz. Düşler anıların kız çocuklarıdır. Sen yaprak bakışlı küçük kız, eğil bir yol öpeyim yanağından.
(Aragon)
* Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli bir erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler ağlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, o polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. Anam sürgünde öldü, babam sürgünde öldü. Memo'ya ve sana duyduğum sevgide bu ölümleri de, bu öksüzlükleri de değerlendirmelisin. Aşkımın tandırdan yeni çıkmış bir yufka gibi her dem sıcak ve taze olduğunu anlamalısın. Yüksek öğrenim yıllarında Başkent sokaklarında ceplerimi ellerime doldurarak yürürken ileride bir karım olacağını, çocuklarım olacağını düşünürdüm. Yüzsüz, bedensiz bir şeydi bu kadın; bir gölge gibi düşlerimin arasından sıyrılır, geçer giderdi zaman zaman. Sensin o kadın. O çocuklar Memo ile Elif. Annemle babam Bilecik'te Şoşa'nın yanında yanyana iki mezarda uyuyorlar. Annem 1939'de, babam 1957'de öldü. İki ölüm arasında 20 yıllık bir ara var. Ama işte ikisi de yanyana yatıyor. Birgün gidelim. Gidelim mi? Büyükannemle Hasan amcam da şu koyu yeşilliğin altındalar. Ama yanyana değiller. "Sizin hiç babanız öldü mü?"
* Biz gözyaşımızı gizleyen insanlarız.
* Cemal Süreya 


24 Temmuz 1972
Sevgilerle. * Dün görüşemedik. İki yüzyıl görüşmemişiz gibi geldi bana. Ve üç yüzyıllık görestim seni. Önce dünün haberlerini tamamlayayım. Eve gittim, kimse yoktu. Saat akşam yediye kadar bekleyip bir daha gittim, yine kimse yok. Beykoz'lara kadar bir daha gitmek zorunda kalmamak için sonucu almadan dönmemeye karar verdim. Saat sekizde Ercüment'le birlikte gittik. Yine kimse yok. Ercüment karnının aç olduğunu söyleyerek benden ayrıldı. Gece voleybol maçı varmış, yemekten sonra oraya gidecekmiş. Ben evin bahçesine girdim. Kuyunun üstüne oturdum. Hem bekledim, hem de inen karanlıkla birlikte burda geçen günlerimizi yeniden yaşadım. Köpek havlamaları kuş seslerine ne güzel karışıyormuş burda. Nihayet saat dokuzda kiracılar geldiler. Neyse ki dergilerin büyük kısmını atmamışlar. Hemen tarama işlemini yaptım. Eksik sayıları aldım. Bir paket yapıp yola çıktım. Eve geldiğimde saat 11'i buluyordu. Memo uyuyordu.
* Sevgilim bir günün ortası şimdi
Ben seni düşünüyorum seni
Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Her şey biliniyor her şey
Geldiğimi?
Hadi!
Cemal Süreya


* Şimdi vapurdayım. Nahit Eruz'a uğrayacağım. Saat 11.30'da sana geleceğim. Kazandibi getireceğim. Domates ve üzüm belki dokunur. Onları yarın, öbürgün getiririm. Dedikleri gibi çay verdiler mi? Gece inlemişsindir. Ben de uyuyamadım. Kalkıp sana mektup yazdım; bir şiirim var, onunla uğraştım biraz. Perihan gömlekleri, çorapları yıkamış, ütülemiş. İyi oldu onlara gittiğimiz. Perihan bugün hastaneye gelecek galiba. Ben, "Gitme, başka bir gün seni götürürüm dedim" dedim. * Dün Perihan gelmiş demek. Nasıl geldiğinin, seni nasıl bulduğunun serüvenini anlattı. İyi kızdır Perihan. Akşama doğru E yayınevine uğramıştım. Buyrukçu ordaydı. Birlikte çıkıp biryerde oturduk. Sana çok selam söyledi. Buyrukçu Eylülde Ankara'ya yerleşiyor. Mualla'nın ailesiyle de anlaşmış bu konuda Ankara'da ev tutulacak. Misli yurtdışından döndükten sonra Buyrukçu Ankara'ya gidecek ve boşanma işlemlerine başlayacak. Bu sefer daha ciddi ve kararlı görünüyor. Onun ne işleyeceği belli de olmaz, o da başka.* "Annem ne yapıyor baba? Ne zaman gelecek?" "Kimi seviyorsun en çok?" "Anne-babamı."* Bana da Cemal anne diyor bugünlerde. Dicle'ye "dagıl dugul" diyor.* Neler demiyor ki.* Benim o son şiir büyük yankılar uyandırmış. Günlerce üstünde tartışılmış. Kimileri çok önemserken, kimileri "hadi canım sen de" gibisinden laflar etmişler.* Şimdi bir şiirim var, bitmemiş. Onda şöyle iki dize var: Dinle küçük bir kız söylüyor Koparmasınlar beni koparmasınlar beni. Hadi iki dize daha ekleyeyim buna;* Sevmek ne uzun kelime!* Derin deniz mavisi.* Ne zaman geleceksin?* İçsel geldi mi? Son sıralarda ondan hiç haber çıkmadı. Kışa televizyonun olacak. Memo üç yaşını doldurmuş olacak. Saat 17'lerde ortalık kararacak. Şarkılar söyleyeceğiz. Radyodan fasıllar dinleyeceğiz. Ama yazda, güzde de yapacağımız işler var. Yapılacak çok şey var.Elimde uçuk mavi bir kalem, cebimde iki paket cigara.Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden. Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz


"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz."
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere,
O gülün yüzü gülmüyor sensiz.
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı
Hepten hüzünlü bugünlerde
Gür ve coşkun bir günışığı dadanmış pencereye Masada tabaklar neşesiz
Koridor ıssız
Banyoda havlular yalnız
Mutfak dersen derbeder ve pis Çiti orda duruyor,
ekmek kutusu boş
Vantilatör soluksuz Halılar tozlu
Giysilerim gardropda ve şurda burda
Memo'nun oyuncak sepeti uykularda
Mavi gece lambası hevessiz
Kapı diyor ki açın beni kapayın beni
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi
Radyo desen sessiz
Tabure sandalyelerden çekiniyor
Küçük oda karanlık ve ıssız
Her şey seni bekliyor
her şey gelmeni
İçeri girmeni
Senin elinin değmesini
Gözünün dokunmasını,
ve her şey tekrarlıyor
Seni nice sevdiğimi.


0 Comments :

Yorum Gönder