Blogger tarafından desteklenmektedir.

İyiliğin Nihai Zaferi İçin - Can Dündar

Kemer kamçılarının kızarttığı çocuk sırtlarının, okşanmış evlat başları karşısındaki mağlubiyetidir bu... Öfkenin, sevgiyi meydanlardan kovuşudur.


İnsana dair algılar ikiye ayrılır:
“insan iyi yaratılmıştır, koşullar onu kötü yapar” diyenler…
“insan vahşi güdülerle doğar, zamanla ehlileşir” diye düşünenler…
Ben, ilkine yakınım.
İnsan ömrü denilen şeyin, bir masumiyetin kirlenme süreci olarak da okunabileceğine kaniyim.
Masum bebeği, içine doğduğu aile, ev, semt, şehir, ülke, dünya koşulları alır, kundaklar önce… Kulağına sevginin masallarını üfler veya nefretin sütüyle emzirir onu…
Duadır işittiği veya beddua…
Önüne bırakıldığı televizyondan önyargıları öğrenir; mahalleliden kaygıları, sınırları, kuralları, şablonları…
Bunlarla öğütülür, büyütülür.
Sevilip okşanır ya da dövülüp horlanır.
Doyurulur ya da aç bırakılır.
Gittiği okulun veya ibadethanenin hocasının tedrisinden geçer. Öğrenir ya da cahil kalır.
Ve sonra, bir üretim bandının üzerinde bilinçsizce kayarak sisteme katılır.
Artık topunu, harçlığını, derdini paylaşan ya da hepsini kendine saklayan biridir.
Cömert ya da cimri, temiz veya kirli, kötü yahut iyidir.
“Karakter” sandığı, “Ben böyleyim” bahanesine sardığı şey, büyük ölçüde o girişteki üretim bandının eseridir ve bebeğimiz, ömür boyu onun esiridir.
Dikenli bir kundakta yetiştiyse ve o dikenin iğnesini, güçle, parayla, iktidarla bilediyse, zamanla kapkara bir denizkestanesine dönüşür; her dokunduğunun canını yakar.
Huzurlu bir kucakta büyüyüp intikam yeminleri yerine mutluluk ninnileri dinlediyse, kötülüğün tahakkümü karşısında ürkek bir kaplumbağa gibi siner, huzurlu kabuğuna çekilir.
İyinin yegane kötülüğü kendinedir çünkü; kötünü yegane iyiliği kendine…

***

Böyle sınıflandırdığıma bakmayın; bir Diyarbakır karpuzu gibi ortadan ikiye ayrılmaz insanlık… İnsanların içinde iyiler ve kötüler olduğu gibi, insanın içinde de iyilik ve kötülük vardır.
Kızılderililerin dediği gibi “ Yol boyunca içinizdeki iyi köpekle kötü köpek kıyasıya çatışır. Siz hangisini daha çok beslerseniz, o kazanır.”
Sevgi, iyiliğin gıdasıdır; nefret, kötülüğün…
Bir annenin okşayan eli, günün birinde tüm yerküreye sevgi yayabilir.
Bir baba dayağının ruhta açtığı yaranın izi ise, gün gelir, bütün insanlığı dayaktan geçirme ihtirası şeklinde filizlenir.

***
Ne çare ki, iyi köpek, kötü köpek kadar güçlü ve onun kadar zalim değildir.
Onun yegane kötülüğü, kötülük yayılırken sessizce seyretmesidir.
Kalabalıklar, duvarları kötülüğün rengine boyayarak yollara çıktığında küser iyilik; renginin solduğuna, soyunun kuruduğuna inanır; boynunu büker.
Hep önlemeye çalıştığı bu belanın nasıl böyle sinsice büyüyüp kök saldığına ve nihayetinde hayatı onun elinden aldığına şaşar.
Kemer kamçılarının kızarttığı çocuk sırtlarının, okşanmış evlat başları karşısındaki mağlubiyetidir bu..
Öfkenin, sevgiyi meydanlardan kovuşudur.
Kötü, kalabalıklaşınca öyle güçlü, öyle gürültülü yüklenir ki, iyiliğin sesi çıkmaz, çıksa da duyulmaz olur.
***
İşte en çok böyle zamanlarda, kavganın “şucular bucular” arasında değil, özünde “iyilikle kötülük” arasında olduğunu anlamaya, kötülüğe direnirken iyiliğin kötü gün dostu olmaya, onun sesini duyurmaya, iyileri besleyip çoğaltmaya ihtiyacımız var.
Nefret, kahraman postu içinde iyilik abidesi edasıyla iktidara yürürken, sevgiyi, Ölüm… ölüm      diye haykıran kalabalığın ayağı altından çekip almamız ve o kalabalıkları da kurtaracak bir çare olarak toplumun önüne koymamız lazım.
Kötülere şefkat aşılamak mümkün değil artık; bari iyilere sahip çıkalım, iyiliğin safında bir arada duralım.
Sırtındaki dayak izlerinin acısını başka sırtlardan çıkarmak isteyen bir hırs ve tüm farklı sesleri bastırmaya azmetmiş bir gürültüyle, tek renk bir ordu halinde üstümüze gelen kötülüğü savuşturmanın başka yolu kalmadı.

Can Dündar

Via: Kafa Dergisi, Ağustos 2016, Sayı:24, sf: 13

0 Comments :

Yorum Gönder