Blogger tarafından desteklenmektedir.

Walt Whitman'ın Hayatı ve Transandantalizm


Amerikan edebiyatının Shakespeare'i : Walt Whitman…



Birçok eleştirmene göre sahiden Amerikan edebiyatının Shakespeare’i bu adam fakat ne yazık ki Türkiye’de büyük çoğunluk onu böyle tanımadı.

"Hey, siz kalbinde karanlık bir noktası olmayan ve kafası hiç karışmayan insanlar, çelişkisiz, gizemsiz ve aydınlık hayatlarınızla ne kadar sıkıcı ve ne kadar az'sınız ..." W.W


WALTER WHİTE'IN ADI WALT WHİTMAN'DAN GELİYOR


2008 yılında çekimlerine başlanan ve lisede kimya öğretmeni olan Walter White isimli karakterin uyuşturucu satıcısı oluşunu anlatan Breaking Bad adlı dizi sayesinde tanıdık, ülke olarak, Walt Whitman adını. Aslına bakarsanız en azından tanıdık. Bardağın bu tarafı gayet dolu. Dizinin içinde şairin "Leaves of Grass" isimli kitabına yer veriliyor hatta kitap, dizi için birazcık önemli ama konumuz bu değil.



Kimdir bu Walt Whitman?


Amerikan edebiyatının gerçek manada uluslararası üne kavuşmuş ilk şairidir kendileri.1819-1892 yılları arasında yaşamış olan şair resmi olarak eğitimine çok az devam etmiş, on bir yaşından sonra matbaacılık, gezici okul öğretmenliği ve gazete ve dergi editörlüğü gibi işlerle uğraşmış, daha sonra da politikaya atılmıştır.

Bazı söylentilere göre yani birilerine göre otopsisi sonrası beyni sergilenmek üzere bir kavanozda saklanmış. Ancak "dikkatsiz bir asistan" tarafından kavanoz düşürülmüş ve kırılmıştır. Bu olayın sonrasında ünlü şairin beyin dokuları saklanmamış, atılmıştır.

On dokuzuncu yüzyıl başlarından itibaren Amerika Birleşik Devletleri'nin New England bölgesinde edebiyatdinkültür ve felsefe alanında ortaya çıkan bir akım vardı. Transandantalizm, yani bizim deyimimizle Deneyüstücülük. Walt Whitman’ın idol aldığı ve büyük bir hayranı olduğu Amerikalı şair ve yazar Emerson bu akımın öncüsüdür. Walt Whitman’ın da etkilendiği edebi akımlara Transadantalizm’i eklemek mümkündür.



Transandantalizm nedir?

Bu akım dünyanın ve Tanrı'nın birliğine olan temel bir inanca dayanıyordu. Her bireyin ruhunun dünyayla aynı olduğu, dünyanın birebir bir mikrokozmozu olduğu düşünülüyordu. Kendine güven ve bireycilik doktrini, bireysel ruhun Tanrı ile kendini özdeşleştirmesine olan inançla gelişti.
Transandantalistler varolan toplumsal kurumların bireyin kendi içindeki iyiliği fark etmesi ve ona dönmesine mâni olduğuna inanmışlar, bu yüzden bireyin kendini keşfine önem vermişlerdir.




0 Comments :

Yorum Gönder